Yeraltından Notlar

Yeraltından Notlar

”İnsan kendi kendisine karşı tümüyle içten olabilir mi?… Heine öz yaşam öyküsü yazmanın hemen hemen olanaksız olduğunu, insanın kendisinden söz ederken birtakım yalanlar katabileceğini söyler. Heine’ye göre Rousseau ‘İtiraflar’ adlı kitabında mutlaka yalan üstüne yalan kıvırmış, üstelik bunları gururu sebebiyle bilerek, isteyerek yapmıştır. Ben de Heine’nin haklı olduğuna inanıyorum. İnsan gerçekten de bazen yalnızca gururu nedeniyle kendisini cinayete kadar uzanabilecek yalanlara bulaştırabilir. Bunun ne biçim bir gurur olduğunu da çok iyi anlıyorum. Ama Heine, itirafını topluma, başkalarına sunan bir kimseden söz ediyordu. Oysa ben yazdıklarımı yalnız kendim içim yazıyorum.”(s.55) der Yeraltından Notlar’da Dostoyevski.

Yıllar önce okuduğum yeraltından notlar hayatımı şekillendiren ve beni paramparça edip yeniden birleştiren kitapların başında gelir. Sanırım lise ye gidiyordum okuyup, yıkıldığımda..

Evet yıkıldım, o güne kadar kafamda oluşturduğum tüm dünya yıkıldı…

Öğrendiğim her şey yalanmış meğer; insanların hayatlarının en kalabalık gününde aslında en yalnız olduğunu, her doğrunun aslında doğru değil de çoğunun doğru kılıfına girmiş yalanlar olduğunu, ve insana en büyük acıyı ancak en sevdiklerinin yaşatabileceğini , ve her gün nefret ede ede de olsa nefes aldığım şu dünyanın en açık gerçeğinin yalnızlık olduğunu Yeraltından Notlar’la öğrendim. Ah tabi öğrendiklerimi yıllar sonra Aylak Adam’la ezber ettim.

Okumalarım arasında yıllar olmasına rağmen altını çizdiğim yerlere bakın :

‘kalıplar , normal insanlar için iki kere ikinin dört etmesi gibi kesinlikle huzur demektir.’ Yeraltından Notlar

“Kornasını ötekilerden başka öttüren bir şoför, çekicini başka ahenkle sallayan bir demirci bile ikinci gün kendi kendini tekrarlıyordu. Yaşamın amacı alışkanlıktı, rahatlıktı. Çoğunluk çabadan, yenilikten korkuyordu” Aylak Adam

Buradan şu sonucu mu çıkarmalıyım acaba yıllar geçmesine rağmen fark ettiğim ve diğer insanlardan farklı olduğumu düşündüğüm şeyler aynı demek ki ya yaşadıklarımdan ders almıyorum ya da dünyanın kötülüğü hala aynı hızla yayılıyor…

Hermann Hesse, bir denemesinde Dostoyevski için: “Dostoyevski, ancak kendimizi berbat hissettiğimizde, acı çekebilme sınırımızın sonuna varmışsak ve yaşamı bütünüyle alev alev yanan bir yara diye algılıyorsak, eğer artık yalnızca çaresizliği soluyorsak ve umutsuzluğun bin bir ölümünü yaşamışsak, işte ancak o zaman okumamız gereken bir yazardır. Ancak o zaman, yani acıdan yapayalnız kalmış, felce uğramış olarak yaşama baktığımızda, o vahşi ve güzel acımasızlığı içersinde yaşamı artık anlayamaz olduğumuzda ve ondan hiçbir şey istemediğimizde, evet, ancak o zaman bu korkunç ve görkemli yazarın müziğine açığız demektir. Böyle bir durumda artık birer izleyici olmaktan, yalnızca okuduklarımızın tadına varıp onları değerlendirmekle yetinen kişiler olmaktan çıkmış, Dostoyevski’nin eserlerindeki o zavallı ve yoksul kardeşlerin arasına katılmışız demektir; o zaman biz de onların acılarını çekeriz, onlarla birlikte, soluk bile almaksızın, yaşamın anaforuna, ölümün sonrasız öğüten değişmenine bakışlarımızı dikip kalırız. Ve yine ancak o zaman Dostoyevski’nin müziğine, bizi teselli etmek için söylediklerine, sevgisine kulak veririz; ancak o zaman onun korkutucu, çoğu kez cehennemden farksız dünyasının anlamını kavrarız.” der,

Not: okudukça yalnızlaşmaktan korkmayanlara şiddetle tavsiye edilir !!! Eğer korkuyorsanız hiç başlamayın gerçi başlasanız da başlamasanız da günün birinde o yalnızlık sizi gelip bulacak ya, neyse…

Eyvallah…

‘TERS’

Comments are closed.